22 Ekim 2011 Cumartesi

Benze bahar ağaçlarına...

e.min 40.bölüm alıntıdır...

Asi ve Demir, görüş odasında ... Avukat " Baştan söyleyeyim, işimiz çok zor" derken artık Demir'in dudaklar sımsıkı kapalı hatta çenesini bile sıkı sıkıya kilitlemiş olduğunu hissediyorsunuz nasılsa. Çaresizlik yerini artık akıl yürütme ve isyana bırakmış. Kabullenemeyiş, hala soru işaretleri, en başta da "nasıl olur" sorusu! ..... Derken görüş odasının ikinci perdesi, Asi'nin kendini bir teslim oluşla Demir'e bırakışı, ilk yanlız kalışları. Asi'nin başı Demir'in omuzuna doğru eğilirken vücududa artık eşinin kollarına yığılıyor, sanki Demir'den güç alamazsa yere yığılacakmış gibi. Küçücük bir nüans ama farkedebilenler için müthiş bir yakınlaşma. Gerçek gibi... derken replikler başlıyor ve aslında o anki yakınlaşma bitiyor, taa ki Asi elini Demir'in yüzüne götürene kadar. Demir duvara yaslanmış, elleri arkada kiliti. Asinin dokunuşuyla birlikte yeni bir etkileşim başlıyor.






İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına...
Hapisten
...mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmet'in
kadını...


Nazım Hikmet

CEYHAN, Sohbet Köşesi,

2 Ekim 2011 Pazar

SENİ YALNIZLIĞINDAN TANIDIM ÇOCUK

e.min 50.bölüm alıntıdır...



Peşpeşe giriyorlar avluya...  konak terkedilmiş bir görüntüde, sıkı sıkıya kapatılmış kepenk ve kapıları ile, karanlığı ile...  şu an çok da önemli değil Asi ve Demir için... kendilerine ait bir yer olması yeterli...  açıkça dile getiriyor Demir bunu “ Karımla yalnız kalmak istiyorum”. Özlemi hala taze...   yanı sıra  kaygıları...  peşine korkuları... hangi biriyle başa çıkacak...  Asi’nin onu Asi’siz bırakmaya hakkı var mı?.. daha fazla ayrı kalmaya isyan edermiş gibi doğalca eğilip  alnı karısının alnını buluyor...  kendinden de korkuyor Demir...  Asi “korkacak bir şey yok” diyerek onu teskin etmeye çalışıyor...ama Demir ona sevgisiyle zarar verebileceğinden de...  içindeki birinin onu kendisinden alabileceğinden de korkuyor...  “bu korkularla nasıl yaşanır?”...  Demir’in elleri Asi’nin yüzünde bir ara... ardından Asi’nin  ellerinin, kocasının boynunun yumuşak dokusunda gezinirken bıraktığı izleri takip ediyoruz... görüntü soğuk bir ekran olmaktan çıkıp etten kemikten insanlara  dönüşüyor... daha bu idrakin eşiğindeyken kıskançlık itirafları geliyor Demir’den peş peşe...   “seni kimseyle paylaşamam...  kimsenin gözlerinin içine bakma...  kimseyi merak etme...  kimse için göz yaşı dökme... sadece ikimiz...”   hangi birini, hangi birini yazayım?..  kıskançlık ne zaman bu kadar güzel oldu... yeni bir çehreye büründü... neredeyse müptelası olacağız...

Asi’nin gözleriyse kocasının dudaklarında  bu akşam  sıkça... elleri hiç olmadığı kadar sevgilisinin boynunda...   geride bıraktıklarına orantısız bir  tebessüm yüzünde...  Vakıflıdaki birlikteliklerinde gördüğümüz, naif dokunuşlar yok artık... başparmağı Demir’in yanağını ezerek okşuyor... daha fazla dayanamayarak  sarılıyor sıkıca sevgilisine... isteklerini sıralıyor “Demir’in de bu talepkar Asi’yi alışması lazım”...  “yine saçlarımı çöz... yine bana sarıl... seni çok özledim”.  Gururu göz yumuyor bu koşulsuz bağımlılığa.   “Sensiz olabileceğimi nasıl düşünürsün?” diye sorarken  bu sefer onun gözleri korku içinde...   kalbinin çarpıntısı gözlerinde... sesinde... nefessizliğinde...  onun bozulan saçlarını düzelten Demir’in ellerinde...  “ikimiz biriz artık... görmüyor musun, birbirimize karıştık?”  ... evet...  karıştılar... göz göze geldikleri o ilk andan beri... Asi’nin sularında Demir’in onu belinden kavradığından beri... her ikisininde dudaklarında Asi’nin tadı,  yol bulup tek ciğerdeki havayı birlikte soluduklarından beri...  Demir Asi’de  tekrar hayatı bulduğundan beri...  gözlerinin, ellerinin, dudaklarının serüveninin  başladığı ilk anlardan beri...  birbirlerine karıştılar...




İLAYDA)))


Seni yalnızlığından tanıdım
Kirpikleri kırık çocuk
Çiğneyip durduğun dudaklarından.
Gözlerin küllenmiş yangın yeriydi
Bir eylül göğünün bulut kümeleri
Donuk bakışlarında;
Hüznün nasıl da benziyordu
Benim ilkgençliğime

Ellerinden tanıdım seni
Yüreğinin yansısı tedirgin ellerinden.
Bir uzak boşloğa yağmur yağıyordu
-Anılardan anılara ince çizikler…-
Yüzün bir türkü sonrasının
Kederli dalgınlığında;
Güldün mü, ben mi yanıldım, bilemiyorum
Ağıt gibi bir alay dudak uçlarında
Gücenik duruşundan tanıdım seni.

Seni kendimden tanıdım çocuk;
Yüreği sürekli çiğnenen bir yol
Gövdesi acılardan acılara köprü…
Biraz öfke, biraz umut, çokça onur
Olan kendimden.
Eğildim öptüm yıkık alnından
Uzaktın, kıyamadım sessizliğine
Biraz daha dedim içimden, biraz daha;
Gün olur, onuru güzel çocuk
Acı da yakışır insanın yüreğine.


Şükrü Erbaş.

1 Ekim 2011 Cumartesi

UYKUN BENİM CENNETİM
e.min 50.bölüm alıntıdır.
şu an çok da önemli değil Asi ve Demir için... kendilerine ait bir yer olması yeterli...  açıkça dile getiriyor Demir bunu “ Karımla yalnız kalmak istiyorum”. Özlemi hala taze...   yanı sıra  kaygıları...  peşine korkuları... hangi biriyle başa çıkacak...  Asi’nin onu Asi’siz bırakmaya hakkı var mı?.. daha fazla ayrı kalmaya isyan edermiş gibi doğalca eğilip  alnı karısının alnını buluyor...  kendinden de korkuyor Demir...  Asi “korkacak bir şey yok” diyerek onu teskin etmeye çalışıyor...ama Demir ona sevgisiyle zarar verebileceğinden de...  içindeki birinin onu kendisinden alabileceğinden de korkuyor...  “bu korkularla nasıl yaşanır?”...  Demir’in elleri Asi’nin yüzünde bir ara... ardından Asi’nin  ellerinin, kocasının boynunun yumuşak dokusunda gezinirken bıraktığı izleri takip ediyoruz... görüntü soğuk bir ekran olmaktan çıkıp etten kemikten insanlara  dönüşüyor... daha bu idrakin eşiğindeyken kıskançlık itirafları geliyor Demir’den peş peşe...   “seni kimseyle paylaşamam...  kimsenin gözlerinin içine bakma...  kimseyi merak etme...  kimse için göz yaşı dökme... sadece ikimiz...”   hangi birini, hangi birini yazayım?..  kıskançlık ne zaman bu kadar güzel oldu... yeni bir çehreye büründü... neredeyse müptelası olacağız...

Asi’nin gözleriyse kocasının dudaklarında  bu akşam  sıkça... elleri hiç olmadığı kadar sevgilisinin boynunda...   geride bıraktıklarına orantısız bir  tebessüm yüzünde...  Vakıflıdaki birlikteliklerinde gördüğümüz, naif dokunuşlar yok artık... başparmağı Demir’in yanağını ezerek okşuyor... daha fazla dayanamayarak  sarılıyor sıkıca sevgilisine... isteklerini sıralıyor “Demir’in de bu talepkar Asi’yi alışması lazım”...  “yine saçlarımı çöz... yine bana sarıl... seni çok özledim”.  Gururu göz yumuyor bu koşulsuz bağımlılığa.   “Sensiz olabileceğimi nasıl düşünürsün?” diye sorarken  bu sefer onun gözleri korku içinde...   kalbinin çarpıntısı gözlerinde... sesinde... nefessizliğinde...  onun bozulan saçlarını düzelten Demir’in ellerinde...  “ikimiz biriz artık... görmüyor musun, birbirimize karıştık?”  ... evet...  karıştılar... göz göze geldikleri o ilk andan beri... Asi’nin sularında Demir’in onu belinden kavradığından beri... her ikisininde dudaklarında Asi’nin tadı,  yol bulup tek ciğerdeki havayı birlikte soluduklarından beri...  Demir Asi’de  tekrar hayatı bulduğundan beri...  gözlerinin, ellerinin, dudaklarının serüveninin  başladığı ilk anlardan beri...  birbirlerine karıştılar...
İLAYDA)))

Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum .
Beni kollarına aldığında , yüzümü masumiyetinin yurduna ,
o kimsesiz boynuna dayadığımda ,
kokunu kalbimle soluduğumda ...
Uykun benim cennetimdi.
Çünkü cennet , sadece ikimizin olabildiği yerdi...
Cezmi Ersöz

24 Eylül 2011 Cumartesi

YÜZÜ YAGMURA GÖMÜLÜ DÜSÜM

e.min 49.bölüm alıntıdır.

Yatakodalarına  birlikte girerlerken, Demir kapıları kapatmak için Asi’yi bırakıyor. Asi kollarını göğsünde kavuşturmuş... hala çok da kendinde değil...  Demir camlı kapıları kapatır kapatmaz Asi’nin yanında... “gel...  sıkı sıkı bir  sarılayım sana...  sana kavuştuğuma ancak böyle inanabilirim”... günler sonra Asi yanıbaşında... özgür... mü?... emniyette... mi?... onunla... mı?.... tam değil... yine bir şeyler eksik... eksik bu kavuşma da... Demir  kollarını karısının sırtında omuzlarında gezdirerek, Asi’yi sarmalıyor... bu kareleri dönüp dönüp seyrediyorum... ilk seyredişlerimde hemen farkına varamıyorum... ama sonra gözlerini farkediyorum... gözlerini... gözleri ayrı bu kavuşmada... onların önce gözleri kavuşur birbirine... Asi’nin elleri Demir’in, Demir’in elleri Asi’nin yanaklarında, alınları kavuşur ardından... son olarak da  dudakları... ne gözleri ... ne alınları... ne dudakları birbirinde ... ve anlıyorum... ne kadar sarılsalar da birbirlerine... kavuşamıyorlar...  doğruların yanlışların harmanlandığı bu olaylar dizisinde... her ikisininde çok yakında geleceğinden kuşkulandıkları bir ayrılığın ağırlığıyla... kavuşamadıklarını...
fable'den alıntıdır.
 
YÜZÜ YAGMURA GÖMÜLÜ DÜSÜM
Durusun bir ayrilik resmi ciziyor,
Aksamin incelen sularina
Sususun yikiyor beni en zayif yerimden
Bilmez miyim icindeki kederi
Yüzü yagmura gömülü düsüm
Böyle bugulu camlarda dalgin,
Gözlerin iklimini yitirmis iki bulut,
Bulanip durur bir uzak rüzgarla,
Aykiri mevsimler icinde
Saclarin saklar omuzlarindaki yükü.

Dönsen ve öpsem incitmeden
Alninin gücenik ülkesini
Benim ömrümsün sen, onurum, gelecegim,
 
Şükrü Erbaş
YÜREĞİM SENİ ÇOK SEVDİ

e.min 48.bölüm alıntıdır.


Asi’ Demir’e koşuyor... sarılıyorlar...  dengeleri kayboluyor bir an... Demir Asi’yi de kucaklayarak ileri doğru birkaç adım atmak zorunda kalıyor... sanki hiç bir zaman yeteri kadar yakın olamayacaklarmış gibi gövdeleri birbirine dolanıyor önce... ardından alın alına, elleri boyunlarında, enerjilerini geçiriyorlar...  tekrar sarılıp kucaklaşmadan Demir Asi’nin sol yanağına telaşlı bir öpücük konduruyor... başını saçlarına, boynuna gömüyor... sağa sola yalpalayarak birbirlerini hareketleriyle de algılamaya çalışıyorlar... elleri bir ellerinde... bir saçlarında...  bir sırtlarında... Asi’nin saçları Demir’in alnında... hangisi önce... hangisi sonra... bu sarılış keder kokuyor...

eSzra alıntıdır.



yüreğim seni çok sevdi
o yürek talan
o yürek yangın yeri
o yürek seni istiyor
bir tek seni... "

Nazım Hikmet

20 Eylül 2011 Salı

ACIYLA ERİR,YÜZÜNE AŞIK ÇOCUK
e.min 47.bölüm alıntıdır.
... Asi arabadan indiğinde ondan henüz ayrılmaya hiç  de hazır değil... dayanamayıp camı açıyor ve sesleniyor... “Asi ...”  karısı ona dönerken sözlerini alıyor dudaklarından...  “Geç kalma, olur mu?”... bu davetle, bu vaatle yüzü gevşiyor... mırıldanıyor çoktan gecikmiş olduğunu bilmeden... “Tamam , geç kalmam”... 
Anti Mortem
Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum...
İkimizi de aşar,o kapının ardındaki masal.

Cezmi Ersöz

16 Eylül 2011 Cuma

SÖYLEYEBİLSEM DERDİMİ

e.min 43.bölüm alıntıdır.

Asi’nin yardımıyla Demir gömleğini çıkarıyor.   Temiz bir t-shirt’ü  avuçlarının  içine toplamış,  Demir’in kafasından aşağıya geçiriyor Asi... Ellerini  kılavuz yapıp tek tek kollarını sokuyor... sırtında  katlanan  t-shirt’ü aşağıya doğru çekiştiriyor. O bir çocukmuşçasına ihtimam göstererek...   Demir’le böylesine ilgileniyor olabilmekten haz alıyor...  mutlu... .o kadar belli ki... Demir’in gözleri .... nereye bakacağını bilemez durumda... halinden  şikayetçi gibi duruyor ama içten içe bu yakınlıktan sonsuz  keyif alıyor o da...  Asi her bir devinimiyle ona  biraz daha yaklaşıyor.  O kadar yakınlarki birbirlerine normal sesleriyle konuşsalar bağırıyor olacaklar birbirlerine ... Demir fısıldar gibi...  “seni çok mu korkuttum?” diye sorarken  gözgözeler...Ante Mortem



söylesem söyleyebilsem ah derdimi
söylesem ah söyleyebilsem derdimi

mehtap bir gecede açabilsem sana kalbimi

göreceksin seninle dolu

desem, diyebilsem ki seviyorum seni

çılgınca aşığım sana

ama demem, diyemem

çünkü aramızda dağlar, denizler

ve benim o kahrolası gururum var

bu böyle sürüp gidecek

sen, seni sevdiğimi bilmeyecek, öğrenmeyeceksin

ben her gece yıldızlara seni sevdiğimi söyleyeceğim

sana asla...

çünkü aramızda dağlar denizler

ve benim o kahrolası gururum var

victor hugo

15 Eylül 2011 Perşembe

DUA

e.min 43.bölüm alıntıdır.

Birinin “hayali” olmak... nasıl bir şey? ... Kaçımız bunu başarabildik?..

funda



 
DUA
 
Yağmur olsam yağsam saçlarına
Damla olsam düşsem göz bebeklerinden
Kader olsam yazılsam alnına
...
Yar olsam kazınsam aklına
Nefes olsam dolsam içine
Kan olsam can olsam dolaşsam damarlarında
Ok olsam saplansam kalbine
Esir olsam kalsam yüreğinde
Mevsim sonbahar olsa ve yaprak olsam serilsem ayaklarına
Minik bir kuş olsam uçsam sana
Gelin olsam girsem rüyalarına
Gölgen olsam takılsam peşine
Kırmızı...ve Gül olsam açsam gönül bahçende
Şiir olsam yazılsam beyaz sayfana
Söz olsam kalsam dudaklarında
Ve DUA olsam dökülsem dilinden
Sen Amin desen
O an kabul olsam...

...Özdemir ASAF...

13 Eylül 2011 Salı

BU SENSİN

e.min 43.bölüm alıntıdır.

Kendi sevdiği bir yere götürür mü onu sevdiği?


funda


BU SENSİN

Bu sensin
Ve sesin

Bu terin ve tenin haklı ıslaklığı
Kal öyle
Isıt gözlerimi gülüşlerinle

Birazdan kapılar kırılacak belki de
Birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde
Biz diz kırarken sinesinde sancının
Yolunur papatya
Deşilir ten
Ve yara da !
Çünkü ölmek günleri biraz da
Gülmek günleri(de), inadına
Gün gülümsemeleri ardında

Gün gülümsemeleri ardında
Dağlandıkça
Dağlaşmak
Ve dağları sevmeye yaraşmak
Yaraşmaya
Yanaşmak günleri

Sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
Çarpıp durayım güvertelerde

Yılmaz Odabaşı
ÖZLEDİM DELİCESİNE

e.min 43.bölüm alıntıdır.

Asi artık oyunu bırakmıştır. Dudaklarında bir beklenti, gözleri sevdiği adamda ,  gelecek kelimeleri  bekliyor...   kendisinden artık esirgediği  sevgi sözcüklerini telaffuz ediyor Demir... “ vahşi bir kız sevdim”...  T. Büyüküstün ve M.Yıldırım’ın göze çarpan Asi-Demir yorumlarından biri.

funda



Öyle uzaklardan durup bakma bana,
Dokunmak istiyorsan..
Durma
Dokun yüreğime..
Gizli tebessümler ardında saklı yüreğim
Başkaldırır ,hep sevdalara
Özlemek sebepse aşka
Özledim delicesine..

Yüreğimi sevda yaptım aşka
Şiiri yağmurlarla yıkadım..
Martılarla seviştim satırlar boyu
Yelkensiz gemilerle çıktım hep yola
Özlemek buysa aşkı
Özledim delicesine

Söyle nasıl birşeydir bilirmisin ,
Sevişmek özlemlerle..
Darmadağın ,bir yürekle
Beklemek sesizce
Kırdım zincirlerimi,
Kutulacağım elbet
Bu kırmızı yapışkan iplerden
Her yanlızlığımı bir buluta yükledim
Dudaklarımdan süzülecek gece
Kopacak aşkın tutkusu..
Öpüşecek benimle aniden
Ötesi,berisi yok artık sevdanın..
Işıkları karartan bir geceden
Sana aşkı yazıyorum..
Mor menekşelere veriyorum
Teninin kokusunu
Özlediğim ,
Zamansızca yolunu beklediğim..
Yıldızlarım tek tek yok oluyor
Bana yanlızca suskunluğum kalıyor
Özlemek buysa aşkı
Özledim delicesine..

Nells
ANLADIM

e.min 43.bölüm alıntıdır.

Demir’in bir “GEL” deyişi  ve elini uzatışı var ki hiç ummadığımız o anda ... Asi’yi bile şaşırtıyor...  Elimizde bir güç olsa Demir’in  “şaşkın sevgilim, ben sadece seni istiyorum” repliğini buraya getririp koyacağız...

funda


ANLADIM

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda
anladım.

Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..

Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım.

Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..

Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..

Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..

Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği
acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..

Fakat,hakkedermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..

Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini avucuma koyduğunda anladım..

''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..

Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş
sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl
ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..

Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş
pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım..

Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..

Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün
affedilmeyi,
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım..

Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar
sevmekmiş...

CAN YUCEL

21 Temmuz 2011 Perşembe

BİL Kİ

e.min 26.bölüm alıntıdır.

... başköşeye de Şahmaran tablosu asılmış. Asi’nin gözleri pırıl pırıl parlıyor hediyesini orada görünce... “Demek ki sevdin!” demeden duramıyor... beklenmedik bu sözlere dönüveriyor Demir’in gözleri tablodan ona... sevgi ne kadar doğalca geliveriyor Asi’den, Demir de onun gibi olsa. “Çok sevdim” zaptediveriyor dudaklarını bir anlığına, nasıl oluyorsa. Asi’de söylenenin ardına bakıyor mu acaba?.. “Daha uygun bir yer bulamadım... ne diyorsun, iyi mi böyle?” diye devam ediyor Demir... yoksa kalacaklar bu anlarında. Asi’nin gözleri o an neye eş diye düşünüyor bir yandan da. Hayal meyal ulaşıyor Asi’nin söylediği “Bence çok iyi’si kulaklarına... o sanki sevdiğinin gözlerinin neşesine takılıp kalmış gibi... hiç bir şey yapamaz durumda.

 Bil ki,

çok sevdim seni !
son dileğim olacak,
bir gün senin olmak,

...Necati Cumalı
ALIŞMA BANA

e.min 2.bölüm alıntıdır.

-Aşk diye bir şey yoktur Kerim... kafamızda yarattığımız bir şey aşk..

Bütün insanlık yanılıyor... doğru bilen bir tek Demir... Meydan okuyor dostuna... itirazı var Kerim’in buna...
-Pekiiii... Herşeyin sırası var. Gün gelecek sende aşka yenileceksin Demir. Bunca zaman da direndiğin için mağlubiyetin çok ağır olacak. O zaman yardım istersen ben yokum.

Demir tecrubeli vücudunun tepkilerinde... tenlerin kimyasının nasıl işlediğinde... biliyor...‘istemek’ ne... gerçi korkutuyor böylesine istemek, kontrolsüzce istemek Demir’i de... Asi tecrubesiz ama ne çocuk ne de cahil... ‘istiyor’ o da bu adamı... bu istek siliyor gözlerinden sabahın hayal kırıklığını... Düşünsellik yok artık Asi’nin bu anında... Demir’in beklediği ‘merhaba’nın fersah fersah uzağında, onu soluksuz bırakan bir yosun sarmalında... hazırlıksız yakalıyor ve okşayıveriyor gözleriyle bu adamı... öylesine istiyor bu adamı... Bakmanın çok ötesinde... bir dokunmuşluk... neredeyse tenleri temas etmişçesine bir yoğunluk... birkaç saniyelik karışmışlıkta... ikisi de artık birbirinin farkında... biliyorlar... birbirlerini istiyorlar. Demir, o karışmışlığa ilave edebiliyor bir ‘merhaba’... ama Asi kaçıyor başını eğip... cesurca soluksuz bıraktığı bu adama bir saniye daha bakamaz bu utanmışlıkla. Demir alışık şehir hayatından böyle oyunlara... Ya bu utanmışlığa!.. Bu farklı işte... onu utandırmış olduğunu farketmek mutlu ediyor Demir’i... ürpertiyor tekrar tenini sanki yanındaymışçasına... bir kez daha o sarmala yakalanmışçasına...


Asi kendini Demir’den, gözlerini dudaklarından kaçırırken o adamın gecelerine bir hatıra bırakıyor ardından... Yosun gözleri ateşe veren dokunuşların hayalini kuracak Demir... artık hiç bir şey göremeyecek olana değin o ateşte... temaslarının o ateşi körükleyişini izleyecek... istisnasız, her seferinde... kendine ne olduğunu anlamadan... bana neler oluyor dese bile... cevap bulamadan...


 ALIŞMA BANA


Alışma bana, ne yapacagım belli olmaz,
Bugün varım, yarın birden yok olurum...
Dokunma bana, kapanmamış yaralarla doluyum,
Canımı acıtma bir yara da sen açma...
Sevme beni, yogun duygularımda kaybolursun, tutuştururum...
İsteme beni, yasaklarla bogusursun, engellerle doluyum...
Çözmeye çalışma sakın, seninle karışır iyice kördüğüm olurum...
Anlama beni, ben kendimi anlarım, ben böyle mutluyum...
Aşkı yaşatmamı isteme asla,
Ben aşka yıllardır inanmıyorum...
Güveniyosan kendine inandır beni aşkın varlıgına...
Sonucunda öyle bi aşk yaşatırım ki, vazgeçemezsin, tutkun olurum...
Yıkabilirsen duvarlarımı, sakın bırakma beni,
Tüm tutkularım ve gücümün arkasında,
Hala minik bir çocugum,
Büyütemezsen kaybolurum....


TAGORA
JENNY'YE

e.min 26.bölüm alıntıdır

-Seni seviyorum

Vuruşan gururları şimdi el ele... Demir’in gözleri onu Asi’ye özgürleştiren sözlerini sabitliyor sevdiğinin yüzüne... Bu an gerçek mi... onlar sevgili mi... Asi Demir’in mi... hepsine bağıra çağıra ‘evet’ demek istiyor delice... Yasaları değişti Asi-Demir’in, sevgilisi artık o el bu bedenin... Demir’i içine çeken hareli yeşiller dönüyor ilk sevgili dokunuşlarına... ilk ‘merhaba’ona uzanan eline veriliyor sevgiliden... o elle teslim oldu Asi Demir’e en başta... ama Demir yürümüşlükler o kadar fazla ki, takılı kalamaz burada... dudaklarını özgürleştirmeliler artık aşkta... yanağına varan eli yönlendiriyor Asi’yi ona... İlk buluşma eşit paylaşılıyor dudaklarının temasında ama direnebilmesi mümkün değil Demir’in bundan sonra olacaklara... alıyor Asi’yi ağzına... Bir ırmağı içmeye başlıyor Demir onda... kana kana mı... hayır... yudum yudum... böyle isim biçti bir aşk perisi (II) uzaklardan onlara...

...yavaşça ona uzanıyor... işte Asi’de herşeyiyle sevdiği... dudakları dudaklarında... eli yüzünde... böylece yaşayabilir Asi senelerce... Avucunda belli belirsiz hissettiği sakal dipleri... ulaşıyor Demir’in alt dudağına... tatlı tatlı zımparalıyor Asi’nin narin dudaklarının içini... hafifçe dişleyerek karşılık veriyor Demir’e Asi... acıtmaktan korkuyor... tanrım... doğru mu yapıyor... gevşetiyor kendini... Saşırtıyor Demir’i vahşi sevgilisinin sürprizi... Kaybediyor kendini... yer, gök, deniz... orada ne varsa... orada kim varsa başlıyor karışmaya... doğalca... Depremler sarsa sarsa gelirken vücutlarına bu karışmayla... Dudaklarıyla yatıştıyor Demir Asi’yi... korkma... korkma... bırak kendini bana... Sevmek denen... sevişmek denen şey boyut değiştiriyor o kumsalda, Demir adına... boşa yazıyor geçmiş... Asi bir vahşilikte siliyor bütün yılları. Gözleri kapalı... e.min görmez mi gözlerine bakmadan da içlerinde olanı... kalabilir mi bedenlerinde... mümkün mü... dışlarında bütün yaşadıkları...

Suda çırpınıp duruyor binlerce güneş ışığı...
JENNY'YE

I

Jenny! Gülerek sorarsın
        Neden şarkılarım "Jenny'ye",
Yalnız senin için yüreğim hızla çarparken
Şarkılarım yalnız senin için ağlarken
Yürekleri yalnızca senden esinlenirken
        Her hece söylerken yalnız senin adını
        Alırken her ses yalnız senden tınılarını
        Soluklarım Tanrıça'dan atmazken adımını.
Çünkü sevgili adın öyle tatlı çınlıyor,
        Bana neler söylüyor onun uyacıkları,
Dopdolu, çeşit çeşit sesler yankılanıyor,
Uzaklarda titreşen Ruhlara gider sanki,
        Altın telli Sitern'in dalgalanan uyumu,
Bilinmeyen, güpgüzel, tılsımlı birşey gibi.



II

İşte! Binlerce cilt doldurabilirim,
        "Jenny" yazarak yalnız her satırına,
Gizleniverir yine düşünceler, duygular,
Sonsuz yapı, mutlak İstenç, dizeler arasına,
Taptatlı dizeler ki yumuşacık özlerler,
        Bütün ışımaları Esîr pırıltısını,
        Kutsal sevinci, korkunç kederin acısını,
        Benim olan tüm Yaşam ve Bilginin tadını.
Yukarlardaki yıldızlarda okuyabilirim,
        Zefir'den yankılanıp geri gelir o bana,
Kuduran dalgaların uğultusundan gelir.
Evet, nakarat gibi yazabilirim onu,
        Görebilsinler diye gelecek yüzyıllara -
AŞK JENNY'DİR, JENNY DE AŞKIN ADI.


Karl Marks
KADINLARIMIZ

TUBASİ'den alıntıdır.
Asi ve Demir sanki bize bütüm mevsimleri yaşattılar..Bu sahne bana sonbaharı çağrıştırıyor..Sonbahar hem hüznü hem de mutluluğu çağrıştırır bana..İlk karşılaşmalarından itibaren sanki o ana kadar sırf birbirlerine bakmak için yaşamışlar gibi  ,sarılırken dahi hasretliymiş hissiyatı uyandıran bu iki güzel insan bir anda bir keskin bir bıçak darbesiyle yollarını ayırıvermişlerdi.Acı sözler işitilmiş,kırgınlar yaşatılmış,kalpler bir anda paramparça edilivermişti.Demir sürgüne,Asi inzivada beklemede.O kadar yıl içerisinde büyüyen güzel bir çocuk dışında güneş elini eteğini çekmiş doğmamıştı yüreklere.Yaşamak nefes almak değildi elbette.Demir döndüğünde şehre gözlerinde o yaşamadan gömülmüş bir adamı anlatıyordu.Asi ise sadece kızının elini tutarken,ona bakarken yaşıyor oluyordu,şanslıydı..Ama o inatçı kız yerine derinlerde bir yerlerde güçlü olmaya çalışıyor toprağa köklerini salmak için çırpınıyordu.Demir onu bile yapmıyor ,çoktan salmış bırakmıştı kendini zamana..

''Bütün kızgınlığıma rağmen seni sevmekten bir an vazgeçmedim''
''Hep seni düşünüyordum.Her an ,her yerde''


KADINLARIMIZ

Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...

NAZIM HİKMET
SEVGİLİM BİR GÜNÜN

e.min 19.bölüm alıntıdır.


Asansör geliyor, biniyorlar birlikte. Yüzlerdeki gülümseme aşağıda kalmış... o dar alanda yakınlıkları... yalnızlıkları... yoruyor gibi onları... Yormakdan ziyade belki... bu kabindeki kısılmışlık hissi, farketmeye zorluyor onları, son saatlerdeki birlikteliklerine ait her bir anın ardında algılanan başka şeyleri. Fiziki bu kapalılık çepeçevre alıyor bütün bunları onlarla içeri. Asi huzursuz... neler oluyor ona böyle. Ne kadar ikna etmeye çalışsada kendini olağan şeyler yaşıyor Demir’le diye... mani olamıyor ‘O’nu hissetmesine. İlgisi aldı götürdü Asi’yi bambaşka yerlere... Demir onun yanıbaşında... inanılmaz geliyor ama bu oluyor işte. Hiç bakmıyor bile Demir şimdi kendisine, gözleri dimdik yerde... ama görüyor yine de Asi’yi... konuşuyor gibi kendisiyle. Bunu nasıl hissediyor olabilir... bırak... bırak kendini ve bak onun gözlerine... doğru mu hissettiklerin, gör kendi gözlerinle...

Demir’in gözleri sabit bir şekilde kapının üzerinde kaydığı metalde. Bakmaya cesaret edemiyor başka bir yere... ona hele... çünkü baksa biliyor ki ‘Senin adın Asi’ diyecek gözleri... ‘Dudaklarında öyle korkarım ki... tek bir öpücüktü ama öyle bir yazmışsın ki bana kendini... daha fazlasını istiyorum. Orada kalamam... Tersi olması gerekmesine rağmen sende hissetmiyor musun böyle?.. Bir hareketlenme farkediyor Asi’de... çevirmiş gözlerini ona bakıyor dikkatlice.





SEVGİLİM, BİR GÜNÜN

Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana uzat ellerini
İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor

Ben seni düşünüyorum seni
Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.


 Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Çoluğumuz çocuğumuz
Binalar yan yana yükselip gidiyor
Vapurların ağzı köpük içinde
Uzaklarda ne kapılar açılıyor
Trenin biri bir istasyona varıyor
Ordan çıkıyor biri.

Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrrediğimi?

Geldiğimi?
Gittiğimi?

Hadi!


Cemal SÜREYA
SEVMEK

e.min 67.bölüm alıntıdır.

Gece... ASIA’nın güvertesindeki çilingir sofrasında bir misafiri var Demir’in. Domates, biber, peynir ‘e eşlik ediyor zeytinler, yayılmış bir gazetenin üzerinde... eskiden içmezdi bu kadar diye düşünüyorum Demir... böyle mi dayanabiliyordu beş sene boyunca gecelerine? Gerçi şartlara rağmen neşeliler bu akşam... Demir’in itirazı var Kerim’e “kendine pay çıkarma” diyor... sor bakalım nedenini... Asi, elbette. Önündeki rakı’nın buğusunda mı arıyor sevdiğinin gözlerini... onunlayken nasılda hep en iyi günü... üstelik tanıdığı ilk günden beri...
- Bir sürü planım var. Asya için, Asi için... üçümüz için öyle hayallerim varki... göreceksin. Sonunda mutlu bir aile olacağız. Birdaha elimdeki mutluluğu kaçırmaya hiç niyetim yok. İnşallah böyle olur tabi... tersini nedense hiç düşünmek bile istemiyorum.”

................................................................................................................................

..........................................................................................................................
Demir, Asi’nin yanına geldiğinde, ikiside kontrollü olabildiğince... Demir itiraf ediyor bu sefer de Asi’ye... “Seni görünce dayanamadım... durdum.” Arabasını Defneye verdi, gitsin diye çiftliğe... kendisi ise yürüyecek... çiftliğe olmak zorunda değil, Asi nereye isterse!... Kontrollü mü dedim az önce... hak götüre... hiç bir şey söylemese bile dilleri yada yakınlıklarına rağmen uzak duruşları, ok yaydan çıktı diyor ikisinin gözleri de...  başlıyorlar yürümeye birlikte.


 SEVMEK


Bazen dayanmaktır sevmek; hayat nereden vurursa vursun ayakta durabilmek...
Bazen yaşamaktır sevmek; soluksuz ciğer gibi sevgisiz kalbin duracağını bilmek...
Bazen ağırdır sevmek; sevdiğine layık olabilmek...
Ve bazen hayattır sevmek; birini çok uzaktayken bile, yüreğinde taşıyabilmek.



Özdemir Asaf
AŞKIMIZA

e.min 67.bölüm alıntıdır.

“... tabiatın uyanışı izliyorum” diyor bir dost forumdan... “Kainatın ulu mimarı tanrı, mucizeler yaratıyor. Kuru bir dalın tomurlandığını, çiçeklendiğini, yapraklandığını ve meyveye durduğunu gördüm. Toprağın yeşerdiğini ve çiçeklendiğini gördüm” .  İşte bende... dünyanın bütün güzelliklerinin böyle çiçeklendiği bir yerde olduğumu düşünüyorum bu dizide... bir sonraki sahnelerinde, görüntüye ilk girdiklerinde, dikkatimi çeken şey, her ikisinin de gelinciklere basmamak için gösterdiği özende... nasıl bir çift yaratıldıysa bu dizide, işte bu hassasiyetleri bizi aldı çekti içlerine... sadece birbirlerine değil tabiata duyarlılıklarına  da aşık olduk hep birlikte... toprağa dokunmaktan kormayan bir Asi, yağmurda ıslanmaktan kormayan bir Demir var bu sanal alemde... herşeyin ezip geçildiği, insanı insan yapan değerlerin önemsenmediği bir zaman diliminde, gelinciklere basmamak için adımlarını gözleyen bir çift gözlerimizin önünde...  Onları sevdiğim, onlara kalbimi açtığım için hiç pişmanlık duymuyorum yüreğimde. Sonrasında Fatma ana onlara çatıp “ bak şu yaramazlara... gelinciklerimizin üstüne yayılıvermişler dese bile... e.minim üstüne oturmadıklarına tek bir gelinciğin bile.  

Dünyanın bütün güzel çiçekleri oradaymış, Demir söylüyorsa inanırım, doğrudur...  ama en çok gelincikleri görüyorum ben, onlar yerde birbirlerine dönük bir kol mesafesinde otururken... Kırmızıyla yazmam için gelincikleri  veriyorlar sanki bana ikisi birden... malum, kaybetmiştim bir ara renklerimi ben... tekrar gelinciklerle, papatyalarla, çimenlerle yazabilmek için çok bekledim... nasıl yazmam, nasıl karşı koyabilirim bu rengarenk dünyaya... alıyorum hepsini birden... Gözleri Asi’de öneriyor Demir, çiçeklerden birini saçına takmalı... Dondurduğum karede, incecik sapları üzerinde rüzgarla tersine sarkaçlanan gelincikler gibi zarif Asi’de... görmüyorum ama biliyorum, Asi’nin elleri duyarlı bir dokunuşla yanındaki bir gelinciğin üzerinde “Gelincik çok narindir...  koparırsan yaprakları dökülür”... bir uyarı Demir’e... Demir illaki bir çiçek yerleştirecek ama sevdiğine..  içgüdüsel bir yol gösteriş mi var,  Asi’nin saçlarını geriye sıvazlayan ellerinde... itiraz gelsede, Demir’in papatyayı tutan parmakları, kararlılıkla yerleştiriyor çiçeği olması gereken yere...  sonrasında kızları onları bulana kadar papatya kalıyor iliştirildiği yerde.  Asi’nin kafası karışık... paylaşıyor Demir’le... bir önceki gün hata ettiklerini düşünüyor, yakınlaşmakla...  öpüşmekle...  “Belkide haklısın... düşünmeden hareket ettik...” diyor Demir...  
-Bu yanlış mı?...
-Bu doğru mu? ...  

 ‘Bu gerçek mi?’...  asıl  bunu sorun kendinize... O gelinciklerin orada olmalarını, sorgulamak kadar manasız çabaları. Doğrusuz, yanlışsız bir gerçek var onlar için... birbirlerine ait oldukları gerçeği var sadece... Demir için de Asi için de kazanım olan bir gerçek... birbirlerini tanıdıkları ilk günden beri yaşıyor oldukları için sevinecekleri bir gerçek... onları tamamlayan, güzelleştiren gerçek... Asi-Demir gerçeği var.

AŞKIMIZA

Bir gelinciğe durunca hayat
Ateşe ve suya dönüktür
İnsanın kalbi...
Ya söner umutları
Yada yanar bir ömürboyu.

Sevmek yanmaktır birazda...

Bir gelinciğe dönüşünce hayat
Geceye ve gündüze dönüktür
İnsanın yüzü...
Ya ışır birgün gibi
Ya kapanır geceye.

Umut geceyi beklemektir birazda...

Yunus Emre

2 Haziran 2011 Perşembe

MUTLU AŞK YOKTUR

e.min 11.bölüm alıntıdır.

Ne Asi-Demir’i... ne yeşili görmek istemiyor gözüm acıda...acıyla aynı anda. Ama Asi-Demir’in acısına inat, gözüme gözüme batıyor bu sahnelerin yeşili nicedir işte... belli ki yeni çıkmakta olan ekin, ve toprağın fışkıran çimende kendini gösteren bereketi... capcanlı,  parlıyor çevrelerinde, yaşamın yeni sürgünler vermiş hali. Dallarda da görmeyi bekliyorum sabırla... ne zaman yapraklanacak yaşam onlarda... İçimi rahatlatıyor, biliyor olmak... bu bir süreç... bir yaprak dökümü yaşanır yeni bir yapraklanma başlar... hep böyle olmuş... böyle olacak. Arabanın yanına dönerken duyuyor hıçkırıklarını Asi’nin Demir... Çöreklenmiş yol kenarına sevdiği...  gidememiş olmalı daha fazla. Baş koymaya yer aramış acıları... bulamamış... Asi yalnız başına. Kendini kapatıp etrafa... sarmalanmış birileri yerine, paralanmasın hıçıkırıklarıyla...  Demir sokuluyor yanına yavaşça...  sesleniyor, “Asi”... Anlayamıyorum... Demir’in  varlığı kesiyor mu...  yoksa yatıştırıyor mu Asi’yi?..  Gözyaşlarını saklamak için döndürecek başını sadece...dinler görünecek sessizce. Rüzgar yine almış dolamış saçlarını yüzüne...  gidip gelip, ötelenip ellerinde, gözyaşlarının oluk olup aktığı gözlerinde. Duramadı geldi Demir... uzak kalamadı, neler olup bitiyor öğrenmek zorunda. Olanlara üzüntüsü en az onun kadar... üzüntüsüne ilave birde duyduğu suçluluk var. İnanır mı... inanabilir mi Asi, buna. Ağzından dirhemle laf çıkan adamın, açıkça üzüldüğünün itirafına. Demir biliyor, çok öfkeli  Asi, onu suçluyor... Öfkenin ne olduğunu kim Demir’den iyi bilebilir... gözleri dalıyor... O yakılıp yıkılmadan çıkıp geliyor Demir... o gözü karalıktan geliyor. Ama yeşil, sürgün vermeye başladı Demir’in topraklarında da... Asi’ye dönüyor... onun mutsuz olmasını istemiyor...

usayken


 


          MUTLU AŞK YOKTUR


    insan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
mutlu aşk yoktur

hayatı bu silahsız askerlere benzer
bir başka kader için giyinip kuşanan
ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
onlar ki akşamları aylak kararsız insan
söyle bunları hayatım ve bunca gözyaşı yeter
mutlu aşk yoktur

güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
içimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
ve hemen can verdiler iri gözlerin için
mutlu aşk yoktur

vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
en küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
mutlu aşk yoktur

bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
mutlu aşk yoktur ama
böyledir ikimizin aşkı da

Louis aragon
ŞU SEVİ

e.min 10.bölüm alıntıdır.

onunla yaşıyor her anını Demir... ama görüyorki onu sahiplendiğinden bile habersiz sevdiği... yaklaşıyor ve uzanıyor Asi’ye... ilk ‘sevgilim’ deyişi Demir’in ona, kendine teslim olmuş o ele geliyor, parmaklarıyla. ‘Sevgilim... buradayım... bak... dokunuyorum sana...’ Asi’nin gözleri kayıyor bu temasa...

Bu dokunuş... Asi’ye vurulmuş bir demir mühür adeta... kimse dokunamaz ona böyle bir daha. Asi onun...hesap soruyor... nasıl dans ettiklerini de gördü o adamla. Asi Demir’in yakınlığından şaşkın... ilk dokunuşlarını almaktan şaşkın... kıskançlık sözleri duymaktan şaşkın... soruyor... “Nasıl dans etmişiz?” Demir aralarındaki mesafeyi iyice kapatıp uzanıyor ona... elinin kavrayışı belini bulduğunda çekiyor Asi’yi kendine birazda... “böyle mi tuttu belinden... böyle mi baktı gözlerine...” Salınırken bedenleri bu temaslarla, Asi’nin belindeki eli kaybolurken Asi’nin saçlarının altında, usulcacık açığa çıkıyor Demir... sözler o kadar içi doldurulamazlar ki bu yaşananlar yanında... iyi ki hiç görünmemişler onlara... Alev alev gözleri Asi’nin... alamıyor Demir’den kendini... kala kalıyor onda.
usayken
 


ŞU  SEVİ

Şu sevi
Öyle yaman
Öyle ince
Öyle sevecen 
Öyle umutsuz
Şu sevi
Gün gibi güzel
Zaman gibi kötü
Zamansız gelirse
Şu sevi öyle gerçek
Şu sevi öyle güzel
Öyle mutlu
Öyle sevinçli
Ve öyle alaycı
Karanlıkta ödü kopan çocuk gibi
Öyle sevinçli
Geceleyin dingin bir adam
Dört yana korku salan şu sevi
Olur olmaz söyleten
İçin için kemiren
Pusu kuran şu sevi
Gözledikçe
Sıkışan yaralanan tepinen yadsınan
unutulan yetinen
Sıkıştırmamız yaralamamız yadsımamız unutmamız yüzünden
Sevide var ne varsa
Öyle canlı
Günlük güneşlik
Seninki 
Benimki
Tanrının günü
Yepyeni
Değişmez
Bitkiden daha gerçek
Kuştan daha titremekli
Yazdan daha canlı daha sıcak
İkisi de elimizde
Gidip gelme
Unutabilir
Sonra uyuyabiliriz
Uyanabilir acı çekebilir yaşlanabiliriz
Gözümüzü kapayabiliriz
Ölümü düşünebiliriz
Gençleşebiliriz
Sevimiz
İnatçı eşek örneği
................
Unuttuk seni
Sen bizi unutma
Bir sen varsın yeryüzünde
Çok uzaklarda
Nerede olursa olsun
Bir haber yolla bize
Geç de olsa koruluktan
Anılarımdan 
Çık birden orta yere
Uzat elini
Kurtar bizi

Jacues Prevert
SEVGİLİM

e.min 10.bölüm alıntıdır.

Demir ne oldu?.. Söylemeyecek misin?” Demir bu soruyu bile ‘nasıl sorarsın bana’ dercesine bakıyor. İçinden konuşmak iyi geliyor Demir’e... yeni yeni konuşmaya başladı bu konuda kendiyle. O kadar güçlü ki yaşadıkları... o kadar şiddetli ki duyguları... açığa çıkmaya korkuyor. Demir’e saklanıyor. Sessizliğine saklanıyor. Boy verebildiği tek yer gözleri, bir tek orada özgür kalıyor. Asi için tam bir bilmece... ağzını açıp tek söz etmeyen bu adama ne yapsın... o da mı Demir’i belinden tutup yakalasın... kendine zorlasın... daha ne kadar mücadele verecek bu bilinmeyenle. O da çekiyor kendini, dönüyor geriye... Saçları ise hayali gerçeğe döndüren bir gelenek başlatıyor o gece. Sahibine rağmen buluyor Demir’in yüzünü... dudaklarını... laf dinlemiyor, suskunlukları takmıyor, kazan kaldırıyor Asi-Demir’e. Buldukları her fırsatta böylece uzanacaklar... uzanmakla kalmayacaklar, tutunacaklar Demir’e. Kırbaçtan daha çok acıtıyor hayallerini kurduğu bu saçlar... Yüzünde gezinmemiş miydi, sere serpe heryerine serilmemiş miydi... yetmiyor şimdi ona verdiği bu belirsiz temaslar. Gömmek istiyor Demir’i bu saçlara Demir... uzanmak istiyor onlara doya doya, parmakları gezinsin tellerinin aralarında, dalgaları oynaşsın avuçlarında... kızgınlıkla değil, istekle, bir daha, bir daha savrulsunlar ona... koşulsuzca yaşasın onların ruhunda... Böylesi çelişkiler içinde olduğu bir anda bile hayaller kuruyor onunla ilgili... bu geçici bir heves olabilir mi? Sakinleşmeli... durup düşünmeli.

usayken



SEVGİLİM

sevgilim
kralı karanlık olan
        bir ülkedir senin saçların
alnın çiçeklerin bir havalanışı

başın dipdiri bir ormandır senin
          uyuyan kuşlarla dolu
oğul oğul ak arıdır memelerin
         dalı üstünde gövdenin
gövden nisandır benim için
koltukaltlarında ilkbaharın gelişi

kralların arabasına koşulmuş
        ak atlardır kalçaların
ve has bir ozanın mızrap vuruşlarıdır
aralarında her zaman tatlı bir ezgi

sevgilim
başın kutusudur
          aklın olan o serin mücevherin
başındaki saç yenilgi bilmeyen
         bir yiğittir
omuzlarındaki saçlar
        zafer davullarıyla yürüyen bir ordu

düşlerin ağaçlarıdır bacakların
meyvesi unutkanlığın özü

kızıllar giyinmiş satraplardır dudakların
        öpüşü kralları birleştiren
bileklerin
kutsaldır
         kanının anahtarlarının bekçileri
gümüş vazolardaki çiçeklerdir ayak
         bileklerinin üstü

güzelliğinde flütlerin ikilemi

        gözlerin aldatışı çanların
günlük kokuları arasından sezilen

Edward Estlin Cummings