21 Temmuz 2011 Perşembe

BİL Kİ

e.min 26.bölüm alıntıdır.

... başköşeye de Şahmaran tablosu asılmış. Asi’nin gözleri pırıl pırıl parlıyor hediyesini orada görünce... “Demek ki sevdin!” demeden duramıyor... beklenmedik bu sözlere dönüveriyor Demir’in gözleri tablodan ona... sevgi ne kadar doğalca geliveriyor Asi’den, Demir de onun gibi olsa. “Çok sevdim” zaptediveriyor dudaklarını bir anlığına, nasıl oluyorsa. Asi’de söylenenin ardına bakıyor mu acaba?.. “Daha uygun bir yer bulamadım... ne diyorsun, iyi mi böyle?” diye devam ediyor Demir... yoksa kalacaklar bu anlarında. Asi’nin gözleri o an neye eş diye düşünüyor bir yandan da. Hayal meyal ulaşıyor Asi’nin söylediği “Bence çok iyi’si kulaklarına... o sanki sevdiğinin gözlerinin neşesine takılıp kalmış gibi... hiç bir şey yapamaz durumda.

 Bil ki,

çok sevdim seni !
son dileğim olacak,
bir gün senin olmak,

...Necati Cumalı
ALIŞMA BANA

e.min 2.bölüm alıntıdır.

-Aşk diye bir şey yoktur Kerim... kafamızda yarattığımız bir şey aşk..

Bütün insanlık yanılıyor... doğru bilen bir tek Demir... Meydan okuyor dostuna... itirazı var Kerim’in buna...
-Pekiiii... Herşeyin sırası var. Gün gelecek sende aşka yenileceksin Demir. Bunca zaman da direndiğin için mağlubiyetin çok ağır olacak. O zaman yardım istersen ben yokum.

Demir tecrubeli vücudunun tepkilerinde... tenlerin kimyasının nasıl işlediğinde... biliyor...‘istemek’ ne... gerçi korkutuyor böylesine istemek, kontrolsüzce istemek Demir’i de... Asi tecrubesiz ama ne çocuk ne de cahil... ‘istiyor’ o da bu adamı... bu istek siliyor gözlerinden sabahın hayal kırıklığını... Düşünsellik yok artık Asi’nin bu anında... Demir’in beklediği ‘merhaba’nın fersah fersah uzağında, onu soluksuz bırakan bir yosun sarmalında... hazırlıksız yakalıyor ve okşayıveriyor gözleriyle bu adamı... öylesine istiyor bu adamı... Bakmanın çok ötesinde... bir dokunmuşluk... neredeyse tenleri temas etmişçesine bir yoğunluk... birkaç saniyelik karışmışlıkta... ikisi de artık birbirinin farkında... biliyorlar... birbirlerini istiyorlar. Demir, o karışmışlığa ilave edebiliyor bir ‘merhaba’... ama Asi kaçıyor başını eğip... cesurca soluksuz bıraktığı bu adama bir saniye daha bakamaz bu utanmışlıkla. Demir alışık şehir hayatından böyle oyunlara... Ya bu utanmışlığa!.. Bu farklı işte... onu utandırmış olduğunu farketmek mutlu ediyor Demir’i... ürpertiyor tekrar tenini sanki yanındaymışçasına... bir kez daha o sarmala yakalanmışçasına...


Asi kendini Demir’den, gözlerini dudaklarından kaçırırken o adamın gecelerine bir hatıra bırakıyor ardından... Yosun gözleri ateşe veren dokunuşların hayalini kuracak Demir... artık hiç bir şey göremeyecek olana değin o ateşte... temaslarının o ateşi körükleyişini izleyecek... istisnasız, her seferinde... kendine ne olduğunu anlamadan... bana neler oluyor dese bile... cevap bulamadan...


 ALIŞMA BANA


Alışma bana, ne yapacagım belli olmaz,
Bugün varım, yarın birden yok olurum...
Dokunma bana, kapanmamış yaralarla doluyum,
Canımı acıtma bir yara da sen açma...
Sevme beni, yogun duygularımda kaybolursun, tutuştururum...
İsteme beni, yasaklarla bogusursun, engellerle doluyum...
Çözmeye çalışma sakın, seninle karışır iyice kördüğüm olurum...
Anlama beni, ben kendimi anlarım, ben böyle mutluyum...
Aşkı yaşatmamı isteme asla,
Ben aşka yıllardır inanmıyorum...
Güveniyosan kendine inandır beni aşkın varlıgına...
Sonucunda öyle bi aşk yaşatırım ki, vazgeçemezsin, tutkun olurum...
Yıkabilirsen duvarlarımı, sakın bırakma beni,
Tüm tutkularım ve gücümün arkasında,
Hala minik bir çocugum,
Büyütemezsen kaybolurum....


TAGORA
JENNY'YE

e.min 26.bölüm alıntıdır

-Seni seviyorum

Vuruşan gururları şimdi el ele... Demir’in gözleri onu Asi’ye özgürleştiren sözlerini sabitliyor sevdiğinin yüzüne... Bu an gerçek mi... onlar sevgili mi... Asi Demir’in mi... hepsine bağıra çağıra ‘evet’ demek istiyor delice... Yasaları değişti Asi-Demir’in, sevgilisi artık o el bu bedenin... Demir’i içine çeken hareli yeşiller dönüyor ilk sevgili dokunuşlarına... ilk ‘merhaba’ona uzanan eline veriliyor sevgiliden... o elle teslim oldu Asi Demir’e en başta... ama Demir yürümüşlükler o kadar fazla ki, takılı kalamaz burada... dudaklarını özgürleştirmeliler artık aşkta... yanağına varan eli yönlendiriyor Asi’yi ona... İlk buluşma eşit paylaşılıyor dudaklarının temasında ama direnebilmesi mümkün değil Demir’in bundan sonra olacaklara... alıyor Asi’yi ağzına... Bir ırmağı içmeye başlıyor Demir onda... kana kana mı... hayır... yudum yudum... böyle isim biçti bir aşk perisi (II) uzaklardan onlara...

...yavaşça ona uzanıyor... işte Asi’de herşeyiyle sevdiği... dudakları dudaklarında... eli yüzünde... böylece yaşayabilir Asi senelerce... Avucunda belli belirsiz hissettiği sakal dipleri... ulaşıyor Demir’in alt dudağına... tatlı tatlı zımparalıyor Asi’nin narin dudaklarının içini... hafifçe dişleyerek karşılık veriyor Demir’e Asi... acıtmaktan korkuyor... tanrım... doğru mu yapıyor... gevşetiyor kendini... Saşırtıyor Demir’i vahşi sevgilisinin sürprizi... Kaybediyor kendini... yer, gök, deniz... orada ne varsa... orada kim varsa başlıyor karışmaya... doğalca... Depremler sarsa sarsa gelirken vücutlarına bu karışmayla... Dudaklarıyla yatıştıyor Demir Asi’yi... korkma... korkma... bırak kendini bana... Sevmek denen... sevişmek denen şey boyut değiştiriyor o kumsalda, Demir adına... boşa yazıyor geçmiş... Asi bir vahşilikte siliyor bütün yılları. Gözleri kapalı... e.min görmez mi gözlerine bakmadan da içlerinde olanı... kalabilir mi bedenlerinde... mümkün mü... dışlarında bütün yaşadıkları...

Suda çırpınıp duruyor binlerce güneş ışığı...
JENNY'YE

I

Jenny! Gülerek sorarsın
        Neden şarkılarım "Jenny'ye",
Yalnız senin için yüreğim hızla çarparken
Şarkılarım yalnız senin için ağlarken
Yürekleri yalnızca senden esinlenirken
        Her hece söylerken yalnız senin adını
        Alırken her ses yalnız senden tınılarını
        Soluklarım Tanrıça'dan atmazken adımını.
Çünkü sevgili adın öyle tatlı çınlıyor,
        Bana neler söylüyor onun uyacıkları,
Dopdolu, çeşit çeşit sesler yankılanıyor,
Uzaklarda titreşen Ruhlara gider sanki,
        Altın telli Sitern'in dalgalanan uyumu,
Bilinmeyen, güpgüzel, tılsımlı birşey gibi.



II

İşte! Binlerce cilt doldurabilirim,
        "Jenny" yazarak yalnız her satırına,
Gizleniverir yine düşünceler, duygular,
Sonsuz yapı, mutlak İstenç, dizeler arasına,
Taptatlı dizeler ki yumuşacık özlerler,
        Bütün ışımaları Esîr pırıltısını,
        Kutsal sevinci, korkunç kederin acısını,
        Benim olan tüm Yaşam ve Bilginin tadını.
Yukarlardaki yıldızlarda okuyabilirim,
        Zefir'den yankılanıp geri gelir o bana,
Kuduran dalgaların uğultusundan gelir.
Evet, nakarat gibi yazabilirim onu,
        Görebilsinler diye gelecek yüzyıllara -
AŞK JENNY'DİR, JENNY DE AŞKIN ADI.


Karl Marks
KADINLARIMIZ

TUBASİ'den alıntıdır.
Asi ve Demir sanki bize bütüm mevsimleri yaşattılar..Bu sahne bana sonbaharı çağrıştırıyor..Sonbahar hem hüznü hem de mutluluğu çağrıştırır bana..İlk karşılaşmalarından itibaren sanki o ana kadar sırf birbirlerine bakmak için yaşamışlar gibi  ,sarılırken dahi hasretliymiş hissiyatı uyandıran bu iki güzel insan bir anda bir keskin bir bıçak darbesiyle yollarını ayırıvermişlerdi.Acı sözler işitilmiş,kırgınlar yaşatılmış,kalpler bir anda paramparça edilivermişti.Demir sürgüne,Asi inzivada beklemede.O kadar yıl içerisinde büyüyen güzel bir çocuk dışında güneş elini eteğini çekmiş doğmamıştı yüreklere.Yaşamak nefes almak değildi elbette.Demir döndüğünde şehre gözlerinde o yaşamadan gömülmüş bir adamı anlatıyordu.Asi ise sadece kızının elini tutarken,ona bakarken yaşıyor oluyordu,şanslıydı..Ama o inatçı kız yerine derinlerde bir yerlerde güçlü olmaya çalışıyor toprağa köklerini salmak için çırpınıyordu.Demir onu bile yapmıyor ,çoktan salmış bırakmıştı kendini zamana..

''Bütün kızgınlığıma rağmen seni sevmekten bir an vazgeçmedim''
''Hep seni düşünüyordum.Her an ,her yerde''


KADINLARIMIZ

Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...

NAZIM HİKMET
SEVGİLİM BİR GÜNÜN

e.min 19.bölüm alıntıdır.


Asansör geliyor, biniyorlar birlikte. Yüzlerdeki gülümseme aşağıda kalmış... o dar alanda yakınlıkları... yalnızlıkları... yoruyor gibi onları... Yormakdan ziyade belki... bu kabindeki kısılmışlık hissi, farketmeye zorluyor onları, son saatlerdeki birlikteliklerine ait her bir anın ardında algılanan başka şeyleri. Fiziki bu kapalılık çepeçevre alıyor bütün bunları onlarla içeri. Asi huzursuz... neler oluyor ona böyle. Ne kadar ikna etmeye çalışsada kendini olağan şeyler yaşıyor Demir’le diye... mani olamıyor ‘O’nu hissetmesine. İlgisi aldı götürdü Asi’yi bambaşka yerlere... Demir onun yanıbaşında... inanılmaz geliyor ama bu oluyor işte. Hiç bakmıyor bile Demir şimdi kendisine, gözleri dimdik yerde... ama görüyor yine de Asi’yi... konuşuyor gibi kendisiyle. Bunu nasıl hissediyor olabilir... bırak... bırak kendini ve bak onun gözlerine... doğru mu hissettiklerin, gör kendi gözlerinle...

Demir’in gözleri sabit bir şekilde kapının üzerinde kaydığı metalde. Bakmaya cesaret edemiyor başka bir yere... ona hele... çünkü baksa biliyor ki ‘Senin adın Asi’ diyecek gözleri... ‘Dudaklarında öyle korkarım ki... tek bir öpücüktü ama öyle bir yazmışsın ki bana kendini... daha fazlasını istiyorum. Orada kalamam... Tersi olması gerekmesine rağmen sende hissetmiyor musun böyle?.. Bir hareketlenme farkediyor Asi’de... çevirmiş gözlerini ona bakıyor dikkatlice.





SEVGİLİM, BİR GÜNÜN

Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana uzat ellerini
İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor

Ben seni düşünüyorum seni
Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.


 Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Çoluğumuz çocuğumuz
Binalar yan yana yükselip gidiyor
Vapurların ağzı köpük içinde
Uzaklarda ne kapılar açılıyor
Trenin biri bir istasyona varıyor
Ordan çıkıyor biri.

Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrrediğimi?

Geldiğimi?
Gittiğimi?

Hadi!


Cemal SÜREYA
SEVMEK

e.min 67.bölüm alıntıdır.

Gece... ASIA’nın güvertesindeki çilingir sofrasında bir misafiri var Demir’in. Domates, biber, peynir ‘e eşlik ediyor zeytinler, yayılmış bir gazetenin üzerinde... eskiden içmezdi bu kadar diye düşünüyorum Demir... böyle mi dayanabiliyordu beş sene boyunca gecelerine? Gerçi şartlara rağmen neşeliler bu akşam... Demir’in itirazı var Kerim’e “kendine pay çıkarma” diyor... sor bakalım nedenini... Asi, elbette. Önündeki rakı’nın buğusunda mı arıyor sevdiğinin gözlerini... onunlayken nasılda hep en iyi günü... üstelik tanıdığı ilk günden beri...
- Bir sürü planım var. Asya için, Asi için... üçümüz için öyle hayallerim varki... göreceksin. Sonunda mutlu bir aile olacağız. Birdaha elimdeki mutluluğu kaçırmaya hiç niyetim yok. İnşallah böyle olur tabi... tersini nedense hiç düşünmek bile istemiyorum.”

................................................................................................................................

..........................................................................................................................
Demir, Asi’nin yanına geldiğinde, ikiside kontrollü olabildiğince... Demir itiraf ediyor bu sefer de Asi’ye... “Seni görünce dayanamadım... durdum.” Arabasını Defneye verdi, gitsin diye çiftliğe... kendisi ise yürüyecek... çiftliğe olmak zorunda değil, Asi nereye isterse!... Kontrollü mü dedim az önce... hak götüre... hiç bir şey söylemese bile dilleri yada yakınlıklarına rağmen uzak duruşları, ok yaydan çıktı diyor ikisinin gözleri de...  başlıyorlar yürümeye birlikte.


 SEVMEK


Bazen dayanmaktır sevmek; hayat nereden vurursa vursun ayakta durabilmek...
Bazen yaşamaktır sevmek; soluksuz ciğer gibi sevgisiz kalbin duracağını bilmek...
Bazen ağırdır sevmek; sevdiğine layık olabilmek...
Ve bazen hayattır sevmek; birini çok uzaktayken bile, yüreğinde taşıyabilmek.



Özdemir Asaf
AŞKIMIZA

e.min 67.bölüm alıntıdır.

“... tabiatın uyanışı izliyorum” diyor bir dost forumdan... “Kainatın ulu mimarı tanrı, mucizeler yaratıyor. Kuru bir dalın tomurlandığını, çiçeklendiğini, yapraklandığını ve meyveye durduğunu gördüm. Toprağın yeşerdiğini ve çiçeklendiğini gördüm” .  İşte bende... dünyanın bütün güzelliklerinin böyle çiçeklendiği bir yerde olduğumu düşünüyorum bu dizide... bir sonraki sahnelerinde, görüntüye ilk girdiklerinde, dikkatimi çeken şey, her ikisinin de gelinciklere basmamak için gösterdiği özende... nasıl bir çift yaratıldıysa bu dizide, işte bu hassasiyetleri bizi aldı çekti içlerine... sadece birbirlerine değil tabiata duyarlılıklarına  da aşık olduk hep birlikte... toprağa dokunmaktan kormayan bir Asi, yağmurda ıslanmaktan kormayan bir Demir var bu sanal alemde... herşeyin ezip geçildiği, insanı insan yapan değerlerin önemsenmediği bir zaman diliminde, gelinciklere basmamak için adımlarını gözleyen bir çift gözlerimizin önünde...  Onları sevdiğim, onlara kalbimi açtığım için hiç pişmanlık duymuyorum yüreğimde. Sonrasında Fatma ana onlara çatıp “ bak şu yaramazlara... gelinciklerimizin üstüne yayılıvermişler dese bile... e.minim üstüne oturmadıklarına tek bir gelinciğin bile.  

Dünyanın bütün güzel çiçekleri oradaymış, Demir söylüyorsa inanırım, doğrudur...  ama en çok gelincikleri görüyorum ben, onlar yerde birbirlerine dönük bir kol mesafesinde otururken... Kırmızıyla yazmam için gelincikleri  veriyorlar sanki bana ikisi birden... malum, kaybetmiştim bir ara renklerimi ben... tekrar gelinciklerle, papatyalarla, çimenlerle yazabilmek için çok bekledim... nasıl yazmam, nasıl karşı koyabilirim bu rengarenk dünyaya... alıyorum hepsini birden... Gözleri Asi’de öneriyor Demir, çiçeklerden birini saçına takmalı... Dondurduğum karede, incecik sapları üzerinde rüzgarla tersine sarkaçlanan gelincikler gibi zarif Asi’de... görmüyorum ama biliyorum, Asi’nin elleri duyarlı bir dokunuşla yanındaki bir gelinciğin üzerinde “Gelincik çok narindir...  koparırsan yaprakları dökülür”... bir uyarı Demir’e... Demir illaki bir çiçek yerleştirecek ama sevdiğine..  içgüdüsel bir yol gösteriş mi var,  Asi’nin saçlarını geriye sıvazlayan ellerinde... itiraz gelsede, Demir’in papatyayı tutan parmakları, kararlılıkla yerleştiriyor çiçeği olması gereken yere...  sonrasında kızları onları bulana kadar papatya kalıyor iliştirildiği yerde.  Asi’nin kafası karışık... paylaşıyor Demir’le... bir önceki gün hata ettiklerini düşünüyor, yakınlaşmakla...  öpüşmekle...  “Belkide haklısın... düşünmeden hareket ettik...” diyor Demir...  
-Bu yanlış mı?...
-Bu doğru mu? ...  

 ‘Bu gerçek mi?’...  asıl  bunu sorun kendinize... O gelinciklerin orada olmalarını, sorgulamak kadar manasız çabaları. Doğrusuz, yanlışsız bir gerçek var onlar için... birbirlerine ait oldukları gerçeği var sadece... Demir için de Asi için de kazanım olan bir gerçek... birbirlerini tanıdıkları ilk günden beri yaşıyor oldukları için sevinecekleri bir gerçek... onları tamamlayan, güzelleştiren gerçek... Asi-Demir gerçeği var.

AŞKIMIZA

Bir gelinciğe durunca hayat
Ateşe ve suya dönüktür
İnsanın kalbi...
Ya söner umutları
Yada yanar bir ömürboyu.

Sevmek yanmaktır birazda...

Bir gelinciğe dönüşünce hayat
Geceye ve gündüze dönüktür
İnsanın yüzü...
Ya ışır birgün gibi
Ya kapanır geceye.

Umut geceyi beklemektir birazda...

Yunus Emre